[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Kristen Stewart, yoğun çalışma içindeyken gergin gibi. Fan çığlıkları, magazin köşelerindeki sonu gelmeyen romantik söylentiler.Buradaki, kişisel olmayan sıkı sözleşmeye uyan bir röportaj.
Sidney'deki güneşli otelinde ayaklarını altına kıvırmış, sandalyesine henüz oturabilen 20 yaşındaki Stewart, sizin her zamanki gününüzdeki gibi görünüyordu. O, bitmek tükenmek bilmeyen bir şekilde ilerleyen Twilight ile parlak ve endamlı.
"Twilight'ın bu kadar büyük bir anlaşma olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu." diyor Stewart. "Hatta bir seri yapacağımızı bile bilmiyordum."
Bella Swan ve onun sevdiği vampir Edward Cullen'ı konu alan filmde, şans eseri Stewart'a Twilight'tan çok daha fazla rol düşüyor. Genç yaşta çok fazla sayıda filmde rol alan başarılı aktör, David Fincher'ın Panic Room adlı filminde Jodie Foster'ın karşısında oynadı. Ve Twilight sürerken, pek çok bağımsız filmde oynadı. Sean Penn'in mükemmel İnto The Wild'ında kısa bir rolde, In The Land Of Women'da Meg Ryan'ın alıngan kızı olarak, Greg Mottola'nın Superbad'inde ve onun ardından Adventureland'da oynadı.
"İşlerimi çok fazla birdenbire seçtim. Benim yapıma uyan bir sahnenin rolü olabilirdi ama bu demek değildir ki bir şekilde yaptığım işleri hayatıma taşımadım. Oldukça iyi bir içgüdüydü." diyor. "Twilight filmleri arasındayken bunu kesinlikle deneyemedim, çoğunlukla beni çekeni yaptım. "
Stewart'ın oynadığı, Rock'n'roll biografi filmi The Runaways'e dönelim. Avustralya'da Eclipse'den sonra çıkacak olan filmde, Stewart alkolik, uyuşturucu bağımlısı, sex dolu bir şekilde rock efsanesi Joan Jett'i canlandıracak ki bu muhtemelen Victoria döneminden kalmış Edward Cullen'ın tüylerini kabartabilir.
"Destansı bir hikayeydi bu yüzden bunu hakkıyla yapmayı umduk." diyor Stewart. "Beni heyecanlandıran şey,herkes bir şekilde Joan Jett'i biliyor ama hiç kimse nereden geldiğini, ilk All Girl rock bandını, ve bu yolda onların yaptığı saçmalıkları bilmiyor."
The Runaways Cherie Currie'nin otobiyografisi ve ardından gelen 1970'lerin ortasındaki bandın meteor kadar hızlı bir şekilde büyümesi hakkında.
Dakota, Twilight'ta Kristen'ın azılı düşmanı olabilir ama The Runaways'te birbirini harekete geçiren iki kadın olarak oynuyorlar. Onlar aynı zamanda etkileyici bir şekilde bandın rekor kıran Cherry Bomb ve Queens of Noise'i söylüyorlar.
"Gerçekten iyi bir müzik ve sizi 70'lere götürüyor." diyor Stewart. "Özgürlük ve coşkunluğun gerçek hisleri var. The Runaways'ı seviyorum, kadınsı nitelikleri var. Kız olmak hakkında iyi hissettiriyor."
Jack Kerouac'ın romanından uyarlama On The Road ile, Stewart yakında yeniden ıslanacak.
"Çıldırıyorum!" diyor heyecanlanarak.
"4 haftamız var, kamp yapacağız ve bütün zamanımızı birlikte geçireceğiz. Okudukları her şeyi okuyacağız, bütün müzikleri dinleyeceğiz, bu yüzden bu muhteşem!"
"Çok heyecanlıyım çünkü bence bunu doğru yapacaklar. Kışkırtıcı ve bu yüzden havalı olacak."
Stewart, Kerouac'ın "küçük güzel zeki piliç" diye tanımladığı Dean Moriarty'nin karısı Mary Lou'yu oynuyor.
"Geçenlerde bir yolculuğa çıktım çünkü bunu yapmamıştım ve zamanım ilerde olmayacaktı çünkü sürekli olarak Twilight'ı ilerleteceğiz sonra geri döneceğim ve On The Road için provalara başlayacağız. Bu yüzden iki arkadaşımla LA'dan neredeyse bütün yolların sahile çıktığı Ohio'ya gittik ve dört gün içinde geri döndük. Zor! Bence, yoldaymış gibi görünmekle daha iyiyim."
Ve numaracı Stewart birkaç filmin içinde.
Stewart'ın "favori filmlerimden biri. inanılmaz" dediği , müzikçi Christopher McCandles'ı konu alan, trajik macera "İnto The Wild" adlı filmi de var.
Aynı zamanda "The Yellow Handkerchief" için de , The Runaways turları gibi William Hurt ile yolculuğa çıkmıştı.
Peki Stewart'ı bu film yolculuklarına çeken ne?
"Bence ben bu hikayeleri seviyorum çünkü kontrol düşkünü biriyim.." diyor.
"Bazen sinirleniyorum neler olacağını bilmemek beni çıldırtıyor ve bu yüzden , bunun hakkında bilmeyi bırak bunun hakkında düşünmeyen karakterleri izliyorum. Onları kıskanıyorum."
Stewart, On The Road ile aynı zamanda, kendi tutkularını izleyerek gelen yazar Kerouac'dan ( SM'nin Twilight serisi gibi) bir parça aldığını biliyor.
"Başka insanlar için gerçekten önemli olan roller oynadım." diyor. "Bu zordu çünkü genel olarak bu senin için önemli, yönetmen için önemli ve diğer insanlar film yapıyor. Ve film çıkana kadar hiçkimse ne olduğunu bilmiyor."
"Ben beklentilerin çokluğu ile yıldırıldım ama aynı zamanda zorlu bir yoldu." diyor.
Diğer film ise James Gandolfini ile oynadığı Welcome To The Rileys.
Filmin bu yılki Sundance Film Festivalinde galası yapıldı ve Stewart karakteri Mallory'yi "inanılmaz hareketli, sağlam görünen ama aslında tamamen bozulmuş ve kırılmış 16 yaşındaki kaçak, striptizci, fahişe bir kız" diye tanımlıyor, "kırılmış bir oyuncak gibi, eğlenceli ama onunla çalışmak zor.
Mallory , Stewart'ın hakkında çok heyecanlandığı bir karakter.
"Tüketilmiş, sadece kafası çok karıştırılmış birçok kızla karşılaştım ve Mallory henüz tükenmemiş, Doug Riley (Filmde Gandolfini canlandırıyor) karşılaşmasaydı muhtemelen tükenebilirdi.
Ve kız kendi sevme kapasitesini, insan bağlarını buluyor. Bunu yapmaktan hoşlandım."
Welcome To The Rileys'in çıkışı uzak olmasına rağmen Twilight'a yola çıkışıyla darbe vuruyor. Stewart bu konuda da aydınlatıyor:
"İnsanlar daima filmlerdeki deneyimleri karşılaştırmak ister.Ama onlar bütünüyle bambaşka ve farklı. Twilight'la bağlantı kuramam, ikisi de kendi başlarına başka bir şey."
"Twilight yaşadığım en toleranslı tecrübeydi. Çünkü yapmadığında daima bunun hakkında düşünebilirsin. Bu yüzden bittiğinde kesinlikle üzüleceğim. Tuhaf olacak çünkü yaptığım en uzun şeydi."
Stewart şekil olarak Bella'dan dramatik bir ayrılış göstermeyebilir. Ama değişime istekli.
"Yıllarca sadece bir rol olsaydı, Bella'yı ikinci benlik(bütünleyici benlik kuramından bahsediyor) gibi hissedebilirdim." diyor.
"Sağlıklı olanı altı haftalık bir çekimin sonunda senden bağımsız bir rol gibi hissetmek. Bu yüzden arada başka filmlerim olmasaydı, role çok yakın hissedebilirdim. Takıntılı olabilirdim. Mutlaka değiştirmeye ihtiyaç duyarsın."
KRİSTEN STEWART'IN DİĞER YÖNÜ
Annesi Jules-Mann Stewart'ın Avustralyan olduğu bir gerçek. Sahne denetleyiciliğinden, yazar/yönetmenliğe dönüş yaptı. Stewart annesinin ayakizlerini takip etti ve Sidney Üniversitesi'ne katıldı. Ama ne yazık ki Stewart'ın pişman olduğu söylentileri var.
"Küçükken her zaman Sidney Üniversitesi'ne gitmek istediğimi söylerdim ama şimdi bunun için kendi kendime kızıyorum.Sebebi istemediğim için değil, sebebi yaşamı sadece birazcık değiştirmesi." diyor.
"Küçükken okula gitmek istediğimi söylüyordum ve herkes 'film yapmakla takıntılısın ve bu asla olmayacak' gibiydi. Ve onlar tamamen haklıydı."
Çeviri:Lamb-Lion
Kaynak:3D Magazin
kaynak:twilightfantr.com