[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]ALACAKARANLIK KUŞAĞI’NDAN KAÇIŞ
Robert Pattinson, son filmi ‘İmkansız Aşk’ta ‘Alacakaranlık’ efsanesinin doğaüstü atmosferinden profesyonelce kaçmayı başarıyor. Ancak kaçamadığı tek şey, Tennessee’nin en kuytu köşelerinde kurulan sette bile peşini bırakmayan hayranları...
Robert Pattinson havaalanlarından hoşlanmıyor. Çünkü havaalanları onun için çığlıklar atıp ağlayan, dokunmaya çalışan ve boynunu ısıran hayranları ifade ediyor. Bir aktör için utangaç sayılan Pattinson, ilk Alacakaranlık filminde centilmen vampir Edward Cullen karakterine bürünüp sahnede belirdiği andan itibaren etrafını saran bu histeriyi “Bayağı tuhaf” buluyor: “İnsanlar fotoğrafına bakarak seni iyi tanıdıklarını düşünerek tek taraflı bir ilişki yürütüyor. Ben bile kendimi o kadar iyi tanımıyorum.”
Bir uçtan diğerine
Havaalanından duyduğu bu hoşnutsuzluk ve kendini tanımak için biraz zamana ihtiyacı olması Pattinson’u Los Angeles’tan New Orleans’a kadar arabayla gitmeye itmiş. “Muhteşemdi” olarak nitelendirdiği bu yolculukta kendisine iki de arkadaşı eşlik etmiş. Aktör, Teksas’ta bir barda durup ilk defa paparazziler ve hayranlar tarafından rahatsız edilmeden birasını içmeyi başarmış. “Kimse beni tanımadı ve umursamadı” diyen Pattinson, uzun zamandır aradığı ‘kendisi gibi olabileceği yeri’ de bulmuş.
“Beynim artık çalışmıyor”
Bir şekilde orada olduğu duyulunca da sokak aniden binlerce insanla dolmuş ve polisin hayranları kontrol altına alması gerekmiş. Polis gözetiminde oteline bırakılan aktör bir bara girmesinin bile ayaklanmaya neden olabileceğini düşününce içinden bir daha dışarı çıkmak gelmemiş. Röportaj verme işi de ona göre değil. Tedirgin olduğunu söyleyen Pattinson, “O kadar sıkıcı biriyim ki” diyor. Bir sigara bitmeden ötekini yakıyor, bol bol kahve, su ve buzlu çay içiyor. “Benim neyim var bilmiyorum” diye ekliyor. Dediğine göre ‘Alacakaranlık’ın setinden döndüğünden beri pek kendinde değil. Aktör, “Beynim artık çalışmıyor. Hafızamda bir şey tutamıyorum. Yazı yazamıyorum. Tek yapabildiğim imzamı atmak. Geçen gün bir şeyler karalamayı denedim sonra bir baktım körler için hazırlanan kabartma yazılara benzemiş. Ben değil örümcekler yazıyor sanki” diyor.
Bittiğinde beni uyandır
Robert Pattinson, uzun zamandır ‘Alacakaranlık’ serisinin kadın yıldızı Kristen Stewart ile birlikte. Pattinson’ı gittiği her yerde takip eden sorulardan biri de 21 yaşındaki Stewart’la olan ilişkisi. Dedikodulara göre ikisinin arasında ihtiraslı bir romantizm yaşanıyor. Fakat bunu şu ana kadar onaylamış değiller (Oprah Winfrey bile ağızlarından alamadı). Başka bir dedikodu da bu aşkın sadece ‘Alacakaranlık’ serisi için ortaya atılmış bir reklam olduğu. Aktör, “Bu iş sona erdiğinde medya da bana olan ilgisini kaybedecek. Adım manşetlere uymayacak” diyerek şöhretten kurtulmayı umut ediyor. “Kristen kendini tamamen aktris olmaya adadı. Ne olmak istediğini biliyor. Halbuki ben gerçekten ne istediğimi bilmiyorum” diyor.
‘İmkansız Aşk’
Robert Pattinson’ın gelecek ay vizyona girecek son filmi ‘İmkansız Aşk’, Sara Gruen’in Büyük Buhran zamanında geçen ve gezici bir sirki konu alan romanından uyarlandı. Pattinson, ailesini araba kazasında kaybeden ve kapağı bir sirk trenine atan veterinerlik öğrencisini canlandırıyor. Burada ona egzotik hayvanlarla ilgilenme görevi veriliyor. Bu egzotik hayvanlardan biri de bayağı sorunlu bir yavru fil. “Birlikte çalıştığım gelmiş geçmiş en iyi oyuncuydu o” diyor Pattinson, Hint rol arkadaşı Tai için. Fakat filmin yönetmeni Francis Lawrence Pattinson’la tanışmadan önce biraz endişeli olduğunu kabul ediyor: “Alacakaranlık filmleri çok stilize. Bir aktörün nasıl bir oyunculuk sergilediğini anlayamıyorsunuz. Fakat Rob’la tanıştıktan sonra çok rahatladım. Onda bir şeyler var; mıknatıs gibi. O gerçek bir film yıldızı. Bana James Dean’i hatırlatıyor.” Konu Pattinson’ın hayranlarına geldiğinde de eklemeden edemiyor: “Bununla nasıl başa çıktığını bilmiyorum. Onun kıyafetlerini parçalıyorlar, saçlarını çekiyorlar.”
Nereden geldi?
Pattinson, sıradan biri gibi davranmak isteyen gönülsüz bir yıldız. Kendini geliştirmeye adayan bir oyuncu. Üniversiteye gitmeyen aktör, Londra’nın kenar mahallelerinden birinde modellik yapan annesi ve eski araba satan babasıyla büyüdü.
Harrodian adında bir erkek lisesinde tesadüfen Mick Jagger’ın oğluyla birlikte okudu. Okul için “Gösteriş kumkuması” tanımını kullanıyor. Uluslararası ilişkiler okumak için üniversiteye başvuracakken Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Cedric Diggory rolünü kaptı. Sonrasında da Los Angeles’a taşınıp şansını bir de burada denemeye karar verdi. Dediğine göre o yıllarda zamanının çoğunu sinemaya giderek ve barlarda müzik çalarak geçirdi. Hiçbir zaman sevgilisi olmadı. O, “Şu sürekli bir ilişki içinde olan tiplerden değilim” diyor.
‘Alacakaranlık’a seçildiğinde oyunculuğu bırakıp eve dönmeyi düşünüyordu. Şimdiyse yüce emelleri var. Şu sıralara Lillian Hellman’ın bir kitabını senaryoya uyarlıyor. Ayrıca her gün sinemaya gidiyor. Fransız yönetmen Jean Luc Godard’dan çok şey öğrendiğini de sözlerine ekliyor.